YAKARIŞ
Ankara’nın çoraklığını aşmanın yollarını arıyorum fakat seçeneklerin değil, ihtimallerinin bile yokluğuyla karşı karşıyayım, halk et ya Rab!.. (2016)
Ajanda-1, sf 20.
.
İDEAL
Bazen kendiliğinden hareketler bile mücadelenin gidişatına fayda sağlayabilir bazense en planlı hareketlerden beklenen sonuç alınamayabilir. Bir yandan kendiliğinden hareketlere ideolojik mührü vurabilecek diğer yandan taktik ve stratejik planları boşa gitmeyecek bir yapı… Bir yandan en aktüel mevzularda masaya yumruğunu vurabilecek diğer yandan mücadelenin zihnî arkaplanında derinliğine çalışma ve (teorik-pratik) üretimini hiç aksatmayacak bir yapı… (2018)
Ajanda-1, sf 27.
.
NE GÂM!
Günlük ilişkilerine kadar muhasebeyi diri tutabiliyor musun? İşte ihtilalci ruhun, umudun diriliği ve pespaye rutine atılan gerçek bir çalım, ölsen ne gâm!
Ajanda-1, sf 39.
.
BİR İLKE
Ciddi bir hareket hiçbir zaman -en cılız ve güçsüz olduğu şartlarda bile- nihaî noktası uzlaşı olan bir siyasî muhataplığa girmez. Her ideolojik, politik ve kültürel hamle, buna dönemlik yerel ve mevziî uzlaşılar da dahil, nihaî hedefle hareketin mevcut durumu arasındaki mesafeyi kısaltmaya yöneliktir. Yani siz görünürde uzlaşırken bu uzlaşıda nihaî uzlaşmazlığınızı besleyemiyor, böyle bir çabaya bile girmiyorsanız çoktan oyun dışı kalmışsınız demektir. (2020)
Ajanda-1, sf 49.
.
KRİTİK SORGU
Hareketin misyonu ve hangi vasıtalarla güdüleceğini araştırma niyetiyle ortaya atılan “teorik mi pratik mi çalışmalı?”, “akademik branşlaşma mı siyasî mücadele mi?” gibi sorularda, soru içeriklerindeki seçenekler birbirine alternatif değildir. Bir örgüt yapısı ve işleyişine dair temel problemleri de barındıran bu soruların her biri, temellendirilmiş ve neticelendirilmiş “Siyasî Teori ve Mücadele Planı”nın varlığına ve niteliklerine nazaran cevaplandırılabilir. Böyle bir “teori-plan-program” bütünlüğüne sahip değilseniz, bu soruları sormanız zaten abestir. Bu bütünlüğe sahipseniz eğer, tüm mücadele alanları bu “teori-plan-program” doğrultusunda tanzim edilebiliyor mu, şartların getirdiği zaruretlere buradan hareketle yeni bir çehre kazandırılabiliyor mu, yani mücadele kendini aktüaliteyi kritik tarzında yenileyici mi, gibi sorularla her kavga dönümünde karşı karşıyasınız demektir. Teorinin hareket yolunu aydınlatıp aydınlatamadığı ve faaliyetlerin tutarlı ve verimli bir programa oturtulup oturtulamadığı –mücadele planı- sorgusu, esasında farklı kavga mevzilerine yayılmış olarak “eleştiri metodu” sorgusudur bu. (2020)
Ajanda-1, sf 76.
.
İDEOLOJİK ZOKA
Her “kötü, pis, çirkin” olarak yaftaladığın şeye “ideolojik!” yaftası vuruyor ve bunu “ben sadece müslümanım” retoriğiyle yapıyorsan geçmiş olsun; böylece hâkim liberal ideolojik zokayı yuttuğunu itiraf ediyorsun.
Ajanda-1, sf 89.
.
YENİ SOSYAL HAREKETLER ÜZERİNE
Sosyal realitenin dönüşüm şartlarında Neoliberal tahakküme karşı ortaya çıkmış birtakım psikolojik mukavemet hareketleri; çevrecilik-ekolojizm, feminizm vs… Bu tavırları da fırsat haline getiren ve sosyal mücadele hararetini rahatlıkla söndürebileceği bu alanlara çekerek sözde muhaliflerini politika üretme ve konumlanma noktalarında apıştırmış Neo Liberal ideolojiyi, sermaye büyüklerinin 1960’ların sonuna doğru giderek büyüyen işgücü ve ona bağlı sol ideolojik-politik hamlelere karşı geliştirdikleri bir defans mekanizması vakıası şeklinde izah etmek, meseleyi en başından dar bir çerçeve ve yanlış bir zeminde ele almaktır. Soldaki -bilhassa son yarım yüzyıldır- sosyal ve siyasî alanlarda “sınıf” mefhumundan ziyade “kültür” bahsinin ön plana gelmesine dair histerik karşı çıkışlar, solun savrulduğu zamandışı çukuru daha da derinleştiriyor. Neoliberalizm klasik Batı modernitesi ve Liberal Demokrat klişelerden tam bir kopuş belirtmemekle birlikte, siyasî ve iktisadî hamleleri bir kenara, bütün doneleriyle “İlerlemeci” tarih görüşünün farklı fraksiyonlarla dolu Batılı müzmin muhalif çevrenin dahil olduğu postmodern düşünce safhasını da kendi çizgisine uyarlama ve bu çizgiye maletme çabasının ta kendisidir.
Ajanda-1 sf 94.
.
İBDA’YA ÇIKAN YOLLAR
Kendi fildişi kule odasında bir yazar… Etrafına usulca yayılan dumanları eşliğinde tütününden bir nefes daha çekiyor ve önündeki kâğıtları karıştırmaya başlıyor. Ansızın altından koltuğu alınsa dahi umursamayacağını hissettirir şekilde, hararetle bir şeyler yazıyor. Basbayağı salak ve bir o kadar da zehir gibi sanki; zehrinden alacağımı almaya bakıyorum:
“Metnin ilk hali, organize bir şekilde kendini kandırmacadır; tekrar metne yöneldiğimde ise kendimi bizzat kendi eserimin karşısında eleştirel bir konuma yerleştiririm… Yazar evine yerleşir gibi yerleşir metne. Nasıl ki kâğıtları, kitapları, kurşunkalemleri, sümenleri odadan odaya taşıyıp, düzensizliğe yol açıyorsa, düşüncelerinde de öyle davranır. Düşünceleri üzerinde oturduğu, kendini iyi hissettiği, öfkelendiği mobilyalara dönüşürler. Onları şefkatle okşar, sonuna dek kullanır, darmadağınık eder, yerlerini değiştirir, kırıp döker…”
Aslında bu, yirminci yüzyılın çekici ve güvenli sığınağına doğru, sinsi bir “kontrol” pervasızlığıyla(!) yol almaktan başka bir şey değildir yazar için. Mesele; geldiği gibi yazmak veya eleştirel bir konuma yerleşmek bir kenara, gelmeyen yolların –niye gelmediği de açık; zaman üstü hakikate yabancılık- muğlak cazibesine kapılıp, gerçek bir gelen-giden muhasebesi de yapamadan konuşulması imkânsız konular… Bu yüzden nefessizler; tecrit yamaçlarında soluksuz keşif açlığıyla inlemezler de, dağın yüceliğine söver dururlar yolculuk boyunca. Oysa ne o dağ bildikleri “dağ”dır ne de o tecrit yamaçlarını atlayabilecekleri alet edevatı tanırlar; hep kütük, lağım, batak… Tecrit odağında meydana gelen her değişme-dönüşme, uçuruma doğru ilerleyen ayakların eseri… Yol boyu denk gelişler ve “yolda olma” insanî müşterekliğinin getirileri mi? İnsanî hakikatin tevhidî tecrit özünde eriyen malzemeler; İBDA’ya çıkan yollar, mukadder…
Ajanda-1, sf 122-123.
.
BEDAHETİ ÖLÇÜLENDİRMEK (2)
“Birlik ve bütünlük lehine serzenişler”… Kullanım imkânı bakımından dil; matematikten mantığa, tabiat ilimlerinden sanat dallarına, mitoloji ve destan literatüründen antropoloji ve psikoloji gibi ilimlere vs… Deniliyor ki, son yüzyılda saf düşüncenin en büyük meselesi, ilmî ve teknik-disipliner parçalanmışlıkların dümen suyunda düşüncenin de bu parçalanmışlıklara uygun şekilde dağılmasının önüne geçmek için alınacak yeni tavırlardır; en azından insaf sahibi olanların –niteliği müphem de olsa “muvazene derdi” taşıyanların- dilinde de bu kaygı var: “İdeal felsefî-ilmî gramer projelerinin sunî yapılarıyla insanî temas imkânsızlığında bir bir çöktüğü, hiçbir lojistikçi çabanın “mânâ”nın zemin ve işaretlerini gayrı meşru kısıtlamalara tabi tutarak veya yok sayarak ilerleyemediği bir ortamda, “dil ve düşüncenin birliği” nasıl sağlanacak?”
Bahsettiğimiz soruları gözden düşürmeyen bir düşünür, bugün için en büyük problemin, insanın “işaret etme, belirtme ve iz sürme” faaliyetlerini kompleks ilişki ve işlevleriyle birlikte açıklayacak kapsamda bir “dil düşüncesi” problemi olduğunu vurgular ve bu problemi çözebilmenin asgarî şartlarını şu tasvirle sunar: “Bunu başarma tutkusunu besleyecek ve bu kabiliyete sahip kişinin, yetkin bir matematikçi, cihanşümul bir tevilci, çeşitli sanatlarla meşgul bir münekkit ve iyi bir psikanalist olması gerekiyor.”
Batının en güncel düşünce ufkunu ifşa eden bu tasvirde, “terkipçi” bir fikir bünyesine işaret edilmekle birlikte, bu terkibin niteliğinin mevzu dışı edildiği açık… Aksine daha da ileriye gidildikçe, son yüzyıla hâkim tavırla, “şu bakışın açığını bundan”, “bu metodun falsosunu şundan” gibi, tecrit ve terkip karakteri yönünden bir “aslî muhteva”ya bağlı olmaksızın, usul ve ifade ikamesi şeklinde birtakım “terkip” yeltenişleridir ima edilen; bahsi geçen alanları “tanıma” da buna dair. İster hermenötik ister psikanaliz isterse post fenomenoloji ekolleriyle yaftalı olsun, eklektik karakteri baskın bir temelsizlik; böylece bu “ufuk” bir serap vehminden ibaret kalır. Çok sesli bir şekilde “bütünlük” lehine serzenişler yanında, her ekolü ile Batı düşüncesinin felsefî çerçevede kendi savunmasını ve “felsefe” olmak bakımından en yeni gerekçelendirmelerini ortaya koymayı aklına bile getirmek istemediği bugün; başka bir tabirle, aşınmış ve gitgide düşünce sürecinden dışlanmış “sistem düşüncesi” ve “sistem” üzerine düşünme usanmışlığında…
Giderek hayat aleladesine ve ilmî-pratik ilişkilere indirecek şekilde bir şeyler söylemek gerekirse… Yukarıda bahsedilen alanlar dışında, çok daha geniş bir ilim ve sanat skalası için aşina olduğumuz başka bir şey daha var; modern dünyada “disiplinlerarası” bir görev yüklenen her bünye veya grubu yöneten şu “pratik fayda” canavarı; daha doğrusu, canavarlaşan “pratik fayda anlayışı”… Bundandır ki, bu alanlar da “kendi öz cevheri için” değerlendirilemiyor ve giderek, Pozitivist ruhbanlığın aydın, ilim adamı ve teknisyen –ki bu sınıflar birbirine karışmıştır bugün– sınıfları tarafından imaj ve gösteri garantisi altına alınan trans-hümanist hülyalar Batı’yı ve kültürel kuyrukçularını esir alıyor. Birinde girilen “mânâ çıkmazı” ve bütün zihnî-teknik sermayenin harcanmış
olması, diğerlerinde ise fikirde şahsiyetsizlik, bünye zâfiyeti sonucunda seyrettiğimiz mücerret fikir iktidarsızlığı…
“Terkip niteliği”, “temel düşüncesi” ve “temel üzerine düşünme”… Bu aslî boşluk ve işin pratikte disiplinlerarası işleve atfı, Batı düşüncesi için “tenkit malzemesi” diye ortaya konulacak herhangi bir hazmetme ölçüleri imalatının imkânsızlığına dair en açık işaretlerdendir. Bu temel malzemenin yokluğunda, disiplinlerarası imeceden ziyade, “pratik fayda” esasına sırtını dayayarak birçok disiplin karşısında kefaletsiz bir tahakküm aracı olmaya doğru giden kısmî disipliner yönelişler söz konusudur. Disiplinlerarası imece realitesi ile birlikte hakikatinden saptırılan “pratik fayda” da, ölçüsüz ve yerel-kısmî –ki “bütün” sanılan- bir ilmîlik fantazmı içine boca ediliyor. Böylece, bu fantazmın bayraktarlarınca istismar edilen popüler ilmî ve teknik disiplinler, insan faaliyetini ve bu çabanın bedihî hakikatlerini önceleyen hikemî-ilmî bir tertibat topluluğu tarafından “insanî hakikat”in tecellisine doğru muvazene unsuru olarak değerlendirileceği yerde, insanî hakikatin tecelli imkânına karşı örülecek setler için ham madde temin edilen alanlara dönüşüyor. Bambaşka iki ekolden bu hususa dair vurgular…
Yerel-kısmî ilmîlik fantazmına dair, “bütünlük lehine serzenişler”e misal olarak:
“Varlık tabakalarının aynı derecede bilinir olmadıkları… Real ve ideal varlıklar aynı derecede bilinir olmadıkları gibi, real varlığın farklı tabakalarında verilmişlik ve bilinebilirlik dereceleri de farklılık göstermektedir. Örneğin, ruha en uzak varlık olan fizikî-maddî varlığın bilinmeye en kapalı, en az bilinen varlık alanı; buna karşılık ruhî varlık alanının da ruh için bilinmesi en kolay varlık alanı olduğu söylenemez. Bunun tersi bir ilişki de söz konusu değildir.”
Yerel-kısmî ilmîlik fantazmına dair, “bütünlük lehine serzenişler”e misal olarak:
“Eşya ve hadiselere onları teshir etme amacıyla yönelen insan, dış gerçekliği değiştirmenin ötesinde, günlük yaşantıya hâkim birtakım alışkanlıklarda, bütün bir insan-toplum ve insan-kâinat temasının niteliklerinde de farklı mahiyette değişimlere yol açar. Ve faaliyetini, kapsam dışı sonuçlandırmalarına kadar götüreceği tezlerini, insanî hiçbir yönü yokmuş gibi kendi nesne
alanının tahlil unsurlarına hapseden ilim, yalnızca “insantoplum” ve “insan-kâinat” TEMASIYLA kendini açığa vuran hakikati ıska geçer. Fakat ilim, daima içtimaî ve siyasî bir sorumluluk taşırken, bu sorumluluktan kendini ilgili özel alanıyla sınırlayarak da kaçamaz.”
Görüleceği üzere, “disiplinler arası imaj”ı çarpıtma örnekleri ile bu imajın işaret ettiği düşünme, dayanışma ve tekâmül bedahetlerinin hakikatlerini birbirinden kesinkes ayıran, formel ilimler ve tabiat ilimlerinden teknik disiplinlere, sosyal ilimlerden idare ve hukuk gibisahalara, her sahaya özel fırça darbeleriyle uzanacak “ilme dair düşünce” tonunda tecrit çizgileri çekmek mecburîdir. Şüphesiz bu çizgiler, Batı’da teşekkül eden yeni düşünce ekollerinin yarım yamalak pozitivizm ve ilmî realizm tenkitlerini de aslî mecraına bağlayıp “kendinde” konuşturacak bir İslamî tecrit diline(bedahet ölçülendirmelerine) muvafık bir dille, bu tecrit çizgisinden pay kaparak çekilmeli; gerçekleştirildiği andır ki, pozitivist veya ilmî realist çabaların hakikatleri de bu çizginin verim tahtasında yerini bulacaktır.
Ajanda-1, sf 137-141.
- Ali Kılıç, Ajanda-1, Letta Yayınevi, Ankara.