Okuyucunun çoktandır hakikatiyle ‘bilmeden’, -belli belirsiz- duyar gibi olduğu besteyi okuyucuya bulduran ve okuyucuyu kendi dünya görüşünün muhtevası hakkında hassasiyet ve şuur sahibi kılan eserler zaman içinde tesirlerini ve aktüel faaliyetlerini sürdürebilirler ancak. Hakiki bir eğitim eserinin en büyük alameti ise, işlediği ana başlıkların temas genişliğiyle beraber, işlenebilecek her mevzuun mahiyeti ve devamı için yepyeni tefekkür kapılarını gayretkeş değerlere açmasıdır; elbette yetiştiricinin derinliğine tecrit serüveniyle doğrudan bağlantılı bir umdedir bu ve bu kapılardan geçecek olanlar da, istek ve irade sahiplerinin ta kendileridir. Demek ki burada söylediğimiz ve söyleyeceğimiz her şey eksiktir; fakat bu eksikliğin “tamlığa dair” olması durumunda maksada yürüyebilme imkânı da açılmıştır, yine mi nasib? Verim sahibi için maksat belli; “pîr-kurucu”nun aslî hüviyetinden nisbet payını, yani ilham, sezgi, istişhad ve malediş verimlerini, terkip istidadını açığa vurma… Toparlayalım: Doğrudan “düşünme faaliyeti”ne dikkat kesilmek amacıyla “İBDA Diyalektiği Ölçüleri” üzerine kalem oynatma iddiasına sahip olmak, büyük bir tehlike ile burun buruna gelmek demektir. Böyle bir iddiaya sahibiz ama tehlikenin farkında olmayan iyi niyetli şaşkınlık ve bu tehlikeyi görmezden gelici işgüzarlık ihtimallerini de göz ardı etmiyoruz. Peki, nedir bu tehlike? Kısaca tanımlamak yerine, onun karşısında bocalama ve yenilgiye mahkûm faaliyetleri konuşmak gerekirse karşımıza özetle iki yol çıkar, ilki:
“Düşünme faaliyetini, yüzyıllar boyunca insanlığın tecrübesine yerleşmiş fikrî çerçeveler, başat problemler ve gerekçelendirmeler etrafında yapılan tarihî karşılaşmalardan –ki bu “düşünme faaliyeti” mevzubahis geniş arsayı kendi usûlünce ekip biçerek, ayrık otlarını temizleyerek mahsullerini vermesine rağmen- ve en yeni polemiklerden kaçırıp, bu malzeme genişliği ile münasebete sokamayarak alışılageldik bir dille tasvire kalkışmak…”
İkinci yol ise güya inceleme adına yapılandır ve -tıpkı ilk yol gibi- bu “düşünme faaliyeti”nin iç ahengine uzaklıkla alakalıdır:
“Sistemin “sistem karakteri”ne ve sistematik muhtevasına, bütüncül ve onunla uyumlu bir bakış geliştirmeden dışından yakıştırmalarla yaklaşmak ve sistem dâhilindeki temel meselelerin ehemmiyetini, birbirleriyle ilişkilerini kestiremeden –daha doğrusu böyle bir çaba gösterme zahmetine bile girmeden- “dam üstünde saksağan vur beline kazmayı” deyimine tahlil açısından misal teşkil etmek…”
İlk yolda yürüyenler –her ne kadar iyi niyetli de olsalar- yeni tecrit ufukları için muhataplarının iştahını kabartacak hiçbir çizgi ortaya koyamazlar ve çoğunlukla “yapmış olmak için” yapılan işlerle oyalanır dururlar. İkinci yolda yürüyenler ise, ya kötü niyetli muarızlar veya mazur fotoğrafçılardır; oto-kritikten azade, samimi muhataplıklardan gerisin geri kaçan ve magazinel önyargılarını yamuk yumuk bakışlarıyla pekiştirenler, sayıları pek az da olsa…
Buraya kadar vurguladığımız noktalar değerlendirilirse, bağlılık ahlakı muhasebemizin göbeğinde biz, bu yollara sapmadan kalem oynatma iddiasında ve -gayet tabiî- bu iddiayı ispatla mükellefiz; şu kadar ki çabamız görülebilsin, her veçheden “örgüye iştirak” hamleleri için Letta misyonu ve yeri anlaşılabilsin.
Ali Kılıç, Sır Müşterekliği , Letta Yayınevi, sf 53-55, Ankara.