Örgüye İştirak

Örgüye İştirak

“Bazı sinir sistemi hastalıklarında, hastanın organların da bir sorun olmasa da bir tür isteksizliğe saplandığı bilinir, hasta sanki güçlü ve kurtarıcı bir el uzanmazsa tek başına kurtulamayacağı ve sonunda yok olup gideceği derin bir saplantı içinde gibidir. Beyninde, bacaklarında, ciğerlerinde, midesinde bir sorun yoktur. Çalışmak, yürümek, soğuğa maruz kalmak, yemek yemek konusunda hiçbir gerçek yetersizliği yoktur. Ama bu farklı işleri yerine getirmeye fazlasıyla yeterli olsa da onları istemekte yetersizdir. Eğer kendi içinde bulamadığı tesir, dışarıdan, onun yerine isteyecek bir doktordan gelmiyorsa, sonunda, çeşitli tabiî iradeleri yavaş yavaş yeniden çalışır duruma geleceği güne kadar, olmayan hastalıklarının yerini tutan tabiî bir güçsüzlük, irade yokluğunun kaçınılmaz sonucu olur. Oysa, bu hastalarla kıyaslanabilecek kimi zihinler vardır ki, bunlarda zihnin gerçek yaşamının başladığı derin benlik bölgelerine kendiliğinden inmeyi engelleyen şey, bir tür TEMBELLİK ya da HAVAÎLİKtir. Bir kez bu yola sevk edilseler orada gerçek zenginliklerini keşfedebilecek ve bunlardan yararlanabilecek durumdadırlar ama bu dış müdahalenin yokluğunda, ebediyen kendini unutarak yüzeyde yaşarlar.”

“Okuma”, “yazma” ve “yaşama” gibi aynı hayat toprağından beslenen, “aslî muhteva” ağacında toplu mevzulara çeşitli kanallar açmaya çalışacağız. İlk olarak… Bir insana, izlerinin peşinde şahsiyetinin mahrem noktalarında dolaştığı bir mekâna sahip olmadığı hiçbir hakikati benimsetemezsiniz. Başka bir yönden, böyle bir istidat ve kumaşla nefes aldığı halde meziyetleri açığa çıkmamış veya mecrasını bulamamış saklı değerler için yerinde uyarmalar yapabilir ve belki de mevcut kıt insan vasatı içinde, artık zuhurundan ümitlerin kesilmeye yüz tuttuğu hareketli ve hedef sahibi bir topluluğun doğumuna vesile olabilirsiniz. Ve bizce, daha önce de vurguladığımız gibi, bu inkişaf için “kendinde kefalet” odağı İBDA’dır; bağlayan ve teçhizatlandıran…

Bir nüans… Gerekçeleri ve neticelendirmeleri etrafında binbir tezada düşülmüş ve son nefesini çoktan vermiş bir tecrit usulünü kavrama, işleme ve yürütme çabası için söylenen şu hakikatin, aslıyla hangi ritimde yaşayabileceğine, yaşanabileceğine dikkat kesilmek gerek: “Diyalektik metod ancak ayrıntılı bir müşahhas çalışma yoluyla, bir sistemin kendi iç zorunluluğuna nisbetle aşamalı olarak kuruluşunu yakından yaşamak yoluyla elde edilebilir.”

Türlü diyalektikler, ayrı “unsur” ve “aşama” tasavvurları, farklı “zorunluluk” –ki “hürriyet”- kabulleri, seviyesi ve hakikati konusunda –irca nesepsizliği ve nasipsizliğiyle- hiç de masun kalınamayan “yaşama” tavırları… Her hamlede, her nefeste insanî hakikatin dışına fırlamışlığın ödenmesi mümkün olmayan kefareti… Ya insanî hakikat, “yaşama”, “aşkınlık-sır”, “hürriyet”, muhakeme, muvazene?

Bağlılığı ifadeye geçme niyeti açısından “müşahhas çalışma” tabirinin bulanıklığı ve uçsuz bucaksız aklî yorum kargaşasında dağılmama, manzarayı tepeden seyir ve dolaysız yaşama imkânı için… “İslam hakikatlerine nisbetle usul belirten Büyük Doğu anlayışına nisbetle ona uygun usul, metod ve diyalektiği gösterme mevkiindeki İBDA” ifadesi, Büyük Doğu ve İBDA mimarları yönünden bir “netice fikir”dir; onların varlığının aynıdır. Onlar zaman ve mekan derininde “bedahet temposu”nu nabzında hisseden ve serüvenleri boyunca türlü sahalara hasreden kahramanlar… Peki bu ifadenin “bağlılar” yönünden manalandırılması?

Bir yandan bu “usul, metod ve diyalektik” mevkiinden vazedilen prensiplere “muhataplık” bakımından, hem ilgi sahalarına dönük imajların değerlendirilmesinde hem de esas aldığı nefesi(Büyük Doğu’yu) genişletme serüvenine dair –“teorik dil alanı” kurumunun- uyarıcılıklarıyla buluşacak şekilde yerinde malzemeleri arama; ki bu faaliyet sağlıklı olmadığında, ya şuradan buradan (tevatüren) duyulanlar tekrarlanır ya da büsbütün saçma alakalandırmalarla bizzat bu prensipler iptal edilir. Öte yandan, esas aldığı anlayış tarafından “kendinden zuhur” ile vasıflanmış ve “kendinden zuhur dili” ile vasıflama şart ve imkânlarına sahip İBDA’yı, kendi nefsinde arayıcı olarak, “nasip” kovalayıcılığı –bu “varoluş çizgisi-kader sırrı”nı, “ben bilgisi”nin tecride dair hususî yollarını kovalamaktır- ile bulma, açığa çıkartma ve bulduğu halini tüm hayat alanlarında arama; vasıflanma, vasıflandırma… İlkinin de ikinciye bağlı olduğu görünüyor. Burada “bulunan-açığa çıkartılan”, bedaheten bilinen ile –yani nasip ile- aynıdır; ideolojik bütünlüğün vaazının “şahsiyeti koruma ve vasıflama” hassasiyetiyle ortaya konuluşuna mukabil, bağlılığı şahsiyeti inşa noktasında bir esas haline getirme, hakikatiyle “insan-şahsiyet” olabilme şartlarını İBDA’da bulma –ki bu önce öncü bir “kadro-topluluk” ve giderek özlenen toplumun inşasında en temel ipucudur-, şahsî bir faaliyettir. Bu şahsîlik, ideolojik-politik duruşlarda,
hikemî yönelişlerde, ilmî araştırmalarda vs. kargaşaya sebep olacak rastgele bir “subjektivite-öznellik” değildir ve “içtimaîlik” de bu perspektifte yerli yerine oturur. “Tarih Muhasebesi”, “tarih-zaman şuuru” ve düşünce çizgisinde yeşeren yeni “hayat duyarlığı”nın “diyalektik ölçülerimiz” bahsi bu doğrultuda yaşanacak tüm olumsuzluklara settir; hakikati mukayyed-bağlı bir nesne-varlık gerçekliği kabulünün “objektiflik-nesnellik” dayatması değil, “veraset sırrı-topluluk hakikati”ne bağlanan asıl, öz…

Bu çerçevede birkaç mesele… Dışta bırakılanı, hem yerleşik konumu veya izafî konumsuzluğunun niteliği hem akrabalıkları, aykırılıkları ve tenkidî çatışmaları hem de dışarıda bırakıldığı haliyle –dışta bırakma düzeninin teknik tatbikinden- tanıma… Bu her bir faaliyette “terkip keyfiyeti”ni hasretmeye dairdir.

Terkibe katılanı, hem yerleşik konumu veya izafî konumsuzluğunun niteliği hem akrabalıkları, aykırılıkları ve tenkidî çatışmaları hem de terkibe katış ahenginden –terkip hamlesinin teorik dil hasatından- tanıma… Bu her bir faaliyette “dışta bırakma düzeni”ni tatbike dairdir.

Dışta bırakılan ve “dışta bırakma niteliği” tabiî olarak “terkip keyfiyeti”ne, terkibe katılan ve “terkip keyfiyeti” ise, tabiî olarak “dışta bırakma düzeni”ne işarettir. Ve “aslî muhteva”, bu –İbdacı manada- gidiş geliş içinde, hangi sahayla iştigal ediliyorsa, o sahaya has ve hususî bir “hassasiyet ve kabiliyet cevheri”ni gösterir; kontrolörlüğü İBDA “mantık üstü mantık”ı, tevil ve irca kefaleti üzerinden gerçekleştirilen… İnsan aksiyonuna mevzu ve zihnî-teolojik tasavvurlardan münezzeh “İman”ın hakikatine bağlı imanîliği belirten hareket-hareketlilik… Terkipten terkibe geçirici “gizli”yi bulma… Bunu el değmemiş alanlara intikal ettirme… Böylece insanlık tarihince eski eve yeni bütün insanî verimleri, keşf ve buluşları tanıma, düzenleme, neticelendirme ve ufukta görünen yeni fetih operasyonlarını “verim sahibi” kimliğinde sürdürme; fikir, ilim, sanat ve aksiyon coğrafyalarında… Burada, “disiplinlerarası imaj”ın hakikatine, “vasıta sistem”in yaygın vasıtalığına soyunan “verim sahibi”nin nisbet karakteristiği ve manasına dikkat çekilmiştir; İBDA tarafından niyetlisine hibe edilen geniş arsaya… Tasarrufta bulunabilecek bütün iddia sahipleri için imkân geniştir; ya biz?

En genel ifadelerle… Bu örgünün tek tek iplikleriyle beraber, “inşa” merhaleleri ve “bütün” niteliğini “netice fikir” hâlinde kabul etme, örgüye iştirak istidadını yaşanır kılabilme, farklı alanlara yayılmış ve yaygınlaştırılmış neticelendirmelerin bir ve aynı ahenkte görünme neticesi… Her saha, safha ve şartta “nizam çapı” hedefinden ayrılmayan murada muvafık hamle iradesi; Letta’da yapmaya çalıştığımız, çalışacağımız…

Ali Kılıç, Sır Müşterekliği, Letta Yayınevi, sf 77-82, Ankara

Görüşlerinizi Belirtin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir